26 Ocak 2009 Pazartesi

Akbil Melodisinin Verdiği Huzur


Diyelimki yarın sabah gidip bir araba almaya karar verdiniz. Şöyle ne çok "kliyo" ne de çok pahalı bişey almayacaksınız. Orta karar, servisi masraflı olmayan, Alman asaletinden uzak olsa da capon teknolojisiyle yoğrulmuş Honda Civic'te karar kıldınız.

Hadi bu arabayı 1 sene boyunca günde 50 km kullandığınızda cebinizden ne çıkacağını hesaplayalım. Arabanın liste fiyatı 35200. Ortalama yakıt sarfı iyimser tahminle 7,5lt/100 km olsa toplam yakıt masrafı 2008 ortalama benzin fiyatına göre 5055 TL. MTV 630 YTL. Kasko 1350. Trafik sigortası 186 derken toplam gider 42421 TL.

Peki bu toplam harcamanızın devlet kasasına giden kısmını merak ettik diyelim. 16550 TL daha kontak çevirmeden, toplam yakıt masrafınızın 3000 TL'si, kaskonun KDV'si vesairesiyle toplam 20609 TL yüce devletimize "ne olur çukurlu, bozuk, ışıklandırılmamış, tıkalı yollarında arabamla işe eve markete rahat gidebileyim" diyerek paşa paşa sökülüyoruz. Köprüsüne otobanına ayrı, isparkına ayrı, "devlet bana bişey yapamaz" diye ulu orta meydan okuyan değnekçisine ayrı para veriyoruz. Üstüne senin bu vergileri ödeyebilmeni sağlayan maaşından, hiç bir masrafını düşemeden her ay %20 daha kestiriyoruz.

Afedersin ama benim böyle adaletsizliğe kafam girsin diyorum ve Sivas 1. Sulh mahkemesinden gelecek celbimi bekliyorum.

Fantasy #1

Optimus Prime Logistics A.Ş.

Dünyanın değil kainatın en kaliteli, en güvenli ve en hızlı taşımacılık firması yakında hizmetinizde..

17 Ocak 2009 Cumartesi

One Ring To Rule Them All


Fellowship of the Ring 200 dk
Two Towers 214 dk
Return of the King 240 dk
3 aydır raftaki Extended Version DVD'ler tıpkı yüzüğün yaptığı gibi beni çağırıyor ama tek başıma bir türlü cesaret edemiyorum. İnsani ihtiyaçlar haricinde yerimden kalkmadan 11 saatlik şu sefere çıkmak için uygun zamanı kolluyorum. Bir de yanımda Ati gibi bir Rohan atlısı olsa tadından yenmezdi ama kendisi şu an tüm poşetliğiyle Çanakkale Geçilmez'i oynuyor. O olmadığına göre benle beraber Gondor'u savunmak için bu yola baş koyacak gönüllü babayiğitler aranıyor, duyurulur.

Ve Müzik Girer #2

Donnie Darko - Mad World


All around me are familiar faces
Worn out places, worn out faces
Bright and early for their daily races
Going nowhere, going nowhere...

100 Yıl

Oynandığı gün ülkede bütün hayatı durduran, bütün gündemi değiştiren, gazozuna maç yapacak olsalar 30 bin kişi toplayan bu rekabet bugün 100 yaşında. İlk kez 100 yıl önce bugün karşı karşıya gelmiş iki ekip Papazın Çayırı'nda. İlk maçı 2-0 Galatasaray kazanmış ve ondan sonra 360 kez daha karşı karşıya gelmiş iki ekip. Toplamda 136 kez Fener, 116 kez de Cimbom kazanmış. 


Peki kıyamete kadar devam edecek bu rekabetin bu anlamlı günü için neden bir organizasyon düzenlenmedi? 100 yıl ulan. Dünyada kaç örneği var? Hadi çayır mayır kalmadı ortalıkta ama 2 ay önce hatta devre sona ererken iki başkan otursaydı Papermoon'da. Ev sahibi misafir takım muhabbeti olmadan ayarlasalardı İnönü'yü yarı yarıya. 361 derbide sahada olan ve hala hayatta olan yerli yabancı herkesi toplayıp sırtlarına formalar giydirse, şehirde bir parade düzenlense, Fenerli Gassaraylı kolkola yürüse, kavga etmeden karşılıklı tezahüratla inletse İstanbul'u, hayat bayram olsa falan. 

Fena mı olurdu önce bi veteranlar maçı, en çok oynayana, en çok galip gelene, en çok gol atana, en çok bu maça giden taraftara vb. ödüller, akşam da şimdiki kadrolarla bir maç. Böyle bir fırsat 100 yılda bir gelirdi ve biz o fırsatı kaçırdık malesef. Halbuki insanlar bu duruma biraz tepki gösterse bu sene içinde yeniden yakalanabilir ama. Lig bittikten 1 hafta sonra 100. yıl şenlikleri. Güzel olurdu lan.

Eski Dost..


Sanırım 3 yıl oldu onu Situation Room'da yalnız bırakalı. Arada bir aklıma gelmiyor değildi acaba Jack şimdi kimlere tutamayacağı sözler veriyor ya da Mr President'tan hangi limitleri ve yetkileri aşan operasyon için izin istiyor diye. Ama 6. sezonda işin içine baba kardeş muhabbeti girdiğinde pek sarmayınca ilk göz ağrımızı başka Jack'lerle aldatır olmuştuk. 

Halbuki başkan adayına suikast yaparken, karısının cesedi yanında ağlarken, Nina'yla bilmem kaçıncı pazarlığına girişirken, hapishaneden adam kaçırırken, ortağının kolunu salise tereddüt etmeden baltayla koparırken, Çin konsolosluğunu basarken, otoriteye her isyan edip de kendi bildiğini okurken, literally ölümlerden dönerken hep yanındaydık onun.  

Dün daha önceki beş 24 saati günahıyla sevabıyla beraber tükettiğimiz yol arkadaşlarımdan Fırat arayıp da "abi ben bugün işi gücü ekiyorum Redemption'ı izliyorum bugün" diyince içimde bir şeyler kıpırdandı önce. Ama bir iki saat sonra diğer ex-agentlar'dan MC arayıp da "ben dayanamıyorum Hacı, Buchanan'la konuştum göreve geri dönüyorum" dediğinde bunun bir tesadüf olamayacağını anladım ve 6. güne Charles Logan'ın Jack'i aradığı 4 PM'den itibaren tekrar dahil oldum.  Eski ekipten bi Gökçer'cim eksik kaldı şimdi. Onu da aldık mı tozu dumana katar, Çin hükümetinden intikamı alır, Ergenekonu da çözeriz evelallah. 
Interrogation Room'una kurban olduğumun CTU'sunun o oksijen yoksunu havasını özlemişim meğer. Tony Almeida'ya selamı çakıyor ve "Rahmetli Başkan Palmer"'ı saygıyla anarak yoluma devam ediyorum.

Anket: Jack Bauer dizi boyunca aşağıdaki cümleler arasından en çok hangisini kullanmıştır ?

a) I Promise You...
b) I dont have time to explain right now
c) You have to trust me Mr President
d) All of the above

15 Ocak 2009 Perşembe

Ve müzik girer #1

Léon "The Professional" - Shape of my heart


And if I told you that I love you
You'd maybe think there's something wrong
I'm not a man of too many faces
The mask I wear is one

No Women No Kids..


Filmi ilk kez Orta 3'te izlemiştim sanırım sinemada. Ve ondan beri her fırsatta izler oldum. Her seferinde sonunun bu sefer farklı biteceğini umarak izlenen ve her izleyişte farklı bir detayla insanı yakalayabilen kaç film çekilebilmiştir bilmiyorum. 



Bir tarafta bir ordu adamın arasına soğukkanlılıkla dalabilen çocuk akıllı "Profesyonel" Léon, bir tarafta da olduğundan daha büyük olmaya ve görünmeye çalışan (belkide buna zorlanan) Mathilda'nın hikayesi.. Ve Film ilerledikçe Léon olgunlaşırken, Mathilda'nın gerçek yaşına dönüşümü.
Tabiki filmin bu kadar etkileyici olmasında sinema tarihinin en muhteşem kötü adam performanslarından biriyle Gary Oldman'ın hakkını vermek lazım.


Asıl hikayenin çarpıcılığı bir yana, o kadar güzel sahneleri vardırki bu filmin.. Léon'un sinemada tek başına film izlerkenki surat ifadesi, ailesi öldürülürken Mathilda'ya kapıyı açtığında Mathilda'nın yüzüne vuran ışık, Mathilda'nın pencereden dışarıya rastgele kurşun saçarkenki ciddiliği, ikisinin New York Cadde'lerinde hızlıca yürürken, kadraja yukarıdan aşağıya yavaşça girişleri, Léon'un yıllar sonra ilk defa yatakta uyumaya çalışırken yaşadığı garipseme, Léon'un beresi, gözlükleri, deri mühimmat yeleği ve Baretta'sı, sütü, bitkisi.. Stansfield'ın "Bring Me EVERYONE" haykırışı. Final baskınında SWAT evden içeri girerken tavandan uzanıp kapıyı kapatan o el, Léon'un kurtuluşa yürüyüşünü onun gözlerinden izlediğimiz bir kaç saniye, Stansfield'a "This is from Mathilda" diyerek yaptığı "Ring Trick", Oldman'ın öleceğini anladığında rahatsız edici bir sakinlikle sarfettiği "Shit" repliği, Mathilda'nın bitkiyi parka gömüşü ve son darbe olarak filmle birbirini muhteşem bir şekilde tamamlayan "Shape of My Heart".. 

6 Ocak 2009 Salı

Aslan Sütü


E bu kadar muhabbetini yaptıktan sonra bu güzel nimete bi yer ayırmasak olmaz.
Alkolle (saçma denemeleri saymazsak) adam gibi tanışmam üniversitede olmuştu. Açıkçası benim fikrimce bu zamanlama gayet optimumdur. Hiç bir zaman daha önce neden içmemişim demedim. Zaten nasıl değil de ne kadar içtiğiyle övünen adamdan hazzetmem.
İlk zamanlar sırf içebiliyor olmak adına kendimi şişirdiğim biraları ise gereksiz bulurum. Ama insan deneyip yanılmadan öğrenemiyor tabi. Bu sebeple önce viski, daha sonraları envai çeşit votka kokteyli modalarından sonra rakı sofrasına geçiş yapınca "Tamam" oldu.
Konuya geçmeden söyleyeyim diğerlerini hiç bi zaman kenara atmıyorum, onlardan da doğru şekilde keyif almayı keşfedince yerleri ayrı oldu. Ama bir numara değişmedi.
Babamın rakıyla arası olmadığından, daha çok şarap tercih ettiğinden bizim evde rakı sofrası kurulmazdı. Anca arada kuzenleriyle toplandıklarında bana da bir sandalye yer olurdu. Bu da ilginç tabi, o koca adamlar kazara sizi sigara içerken yakalasalar etmedikleri laf kalmaz. Ama masanın en gencine içki içirebilmek için birbiriyle yarışırlar.
Neyse.. Olayın başlangıcı Rumeli Feneri'ndeki o güzelim manzarasıyla Barınak'ta başladı. Beraber defalarca oturduğum, çok sevdiğim ama çoğunluğu sarhoş olma amacıyla içen o ekiple de bende nasıl rakı kültürü oluştuğu ise hala muamma. Çünkü bu zıkkımı ilk nası içersen gerisi öyle gelir. Bi kere nefret ettinmi ağza sürülmediğinin bir çok örneğine şahidim.
Önceleri sadece buzla susuz içerdim, tadı daha keskin daha yakıcı olması hoşuma giderdi. Ama ehlikeyfi keşfetmemden sonra, kristalize olan anasonun bardağa iğrenç bir görüntü vermesi sebebiyle sadece rengini değiştirecek kadar su kullanmaya başladım. Ehlikeyf yoksa mecburen buzlu tabi yine.
Miktar olarak benim için ideali max 35'liktir. Bi küçük, sarhoş etmeden çakırkeyfin bi kademe üstüne çıkarır, bu da yeter bana. Fazlası bünyeye ağırlık verir. Ama rakı içme biraz da form işidir. Arayı uzatırsanız 3-4 duble de adamı devirebilir.
Marka takıntım da yoktur. Adı Sirkecioğlu olsa da tadı güzel olsun yeter. Yine de piyasada Yeni Rakı'nın yanına yaklaşan yoktu benim için çünkü Tekirdağ muadillerini ve üzüm rakılarını pek sevmezdim. Fazla yumuşak gelirlerdi bana. Lakin Kara Efe ile tanıştığımda bu önyargılarım tamamen değişti.
Çoğuna kendim riayet etsem bile "Rakı Böyle İçilir" temalı kurallar silsilesi insanlara ilham vermesi dışında gayet lüzumsuz gelir bana. Ağzının ayarı olduktan sonra isteyen istediği gibi içsin. Benim soframda ise beyaz peynir ve kavun (rakı olmadan hayatta yemediğim bi meyve) kesin şart. Yanına eklenecek her sıcak ve soğuk meze ise renklendirir. Balık lokantalarında sadece mezeyle doyan insanlardan biriyim çünkü pek balık seven birisi değilim ama diğer deniz mahsulleri için aynı şeyi söyleyemem. İsmi iğrenç gelse de geçiyorum karidesi kalamarı, güzel bir ahtapot salatasına bile asla hayır demem. Mezesi güzel olursa rakının yanında ana yemek fazlalıktır benim için. Ama artık fiks menü olmayan güzel bi yer pek kalmadığı için açgözlülükten olsa gerek yerim tabi.
O lüzumsuz bulduğum rakı anayasalarındaki en doğru şey ise bunun en leziz mezesinin "güzel muhabbet" oluşudur. Hele de hafiften güzel bi müzik çalarken..

5 Ocak 2009 Pazartesi

Yine mi Güzeliz..

Bana bu şarkıyı hatırlatan Yeni Rakı reklamı olmadı. Ama itiraf etmek gerekirki yine adamda şişede balık olma isteği doğurtan bir reklam daha yapmış adamlar. Rakıdan keyif alınacak bütün ortamlar, boğaz, aile sofrası, Çiçek Pasajı ve illaki çay bardağından tokuşturan iki tane eski toprak dayı.
Ne yalan söyleyeyim anında tav oluyor insan ister istemez. Reklamı ktunnel ayrıcalığıyla aşağıdaki linkten izleyebileceğinizi umuyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=r-pvR8UZLbQ

Ancak benim tavsiyem kimsenin sponsorluğunda olmadan, Fatih Akın'ın Duvara Karşı'sında fonda bu şarkı çalarken koca bi filmi izlemeye değer kılan Sibel Kekilli'nin dolma yaptığı sahnedir.

http://www.youtube.com/watch?v=xAZSOVhJmoE

Tabi beni asıl yoldan çıkartan bu şarkı olmuştur hep. Hiç bir videoya görüntüye ihtiyacı olmadan insanı kallavi bir çilingir sofrasına şartlandıran şarkı. Reklamda Levent Yüksel sesinin elverdiği ölçüde güzel söylemeye çalışmış. Ama nasıl orjinalindeki Altınbaş yerine Yeni Rakı'nın yağ gibi dolması eğreti duruyorsa, hayatta başka şarkısını dinlemediğim ama bu nağmelerin ömür boyu bana yetmesine sebep olacak kadar güzel söylemiş olan Cihan Okan'ın yerini tutamamış asla.

Öyle bi şarkıdırki bu insanı içmeden çakırkeyf yapar, nerede olunursa olsun adamın burnuna anason kokuları getirir, Müzeyyen Abla'nın sesini özletir inceden, arzular şelale olur, sevdikleriyle kadehleri tokuşturası gelir..